Yazar olmanın ilk şartı her gün düzenli olarak
bir şeyler yazmakmış. Alın elinize kalemi kağıdı yazın. Ne mi yazacağız? Aklınıza ne
gelirse. Benim gibi uzun, geniş ve derin bir geçmişiniz varsa, daldırın elinizi
o geçmişe elinize ne gelirse onun hakkında yazın.
Blogger arkadaşlardan biri ‘’Mektup
arkadaşlığı partisi ‘’ düzenlemişti. Eşleştirme sonucu benim de Eşkişehir’den
bir mektup arkadaşım oldu. Her ne kadar henüz ona yazma fırsatı bulamasam da
ilk mektup arkadaşlığımı geçmişimden bulup çıkardım. Bugün sizlere o masalı
anlatmak istiyorum .
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,
efendime söyleyeyim, yıllar yıllar önce , bizler daha lise sıralarındaykene,
tam olarak lise son sınıftayken ve bir
kız lisesine giderken- Şimdi kız liseleri var mı bilmiyorum.- bütün öğrenciler
kızlardan oluşuyordu, 50 öğretmenin 46 sı bayan, nazarlık niyetine, müdür
de dahil sadece 4 tanesi erkek ve onların da yaş ortalaması 50+ idi.. Hal böyle
olunca kız öğrencilere, okulun çıkış kapısı civarında dolaşan delikanlıların -
her ne kadar öğretmenler onlar için ‘’Hırlı mı hırsız mı belli değil’’ veya’’ ‘’Ayakkabılarını
çıkartsalar, çoraplarının kokusundan bir kilometre öteye kaçarsınız’’ deseler de, her biri bizim için ‘’Beyaz atlı
Prens’’ idi , nerdeyse peşlerinden gideceğiz. Öyle bir dönem işte…
O dönemin gençlik dergisi ‘’HEY’’ de,
mektup arkadaşı arayanların ilanları çıkıyordu. Sınıftaki kızlardan Oya’nın
sevgilisi Mehmet, Ankara’da üniversitede okuyor. Kızlardan biri, işte bu ‘’HEY’’
dergisinde bir ilan görür: ‘’Ankara ‘da üniversite öğrencisiyim. Adım Mehmet,
kızlarla mektuplaşmak istiyorum’’ ve bu
ilan tez elden Oya’ya yetiştirilir. Oya, derhal, oğlana mektup yazıp ilişkiyi
bitirmeye kalkışsa da neyse ki bir akıllı çıkıp ;
‘’Dur hele, Mehmet adı çok
yaygın, belki de senin ki değildir.’’ der.
Gerçekten yıllar sonra Malatya’da bir sınıfa ders verirken 40 kişilik
sınıfta 10 tane Mehmet vardı. Üstelik,
üçünün soyadı da aynıydı. Üç erkek kardeş babalarına yaranmak için olsa gerek ,
aynı yıl içinde doğan oğullarına aynı ismi vermişler ve üçü de aynı sınıfa
gelmişler. Siz düşünün halimi…
Mantıklı
arkadaşı tarafından sakinleştirilen Oya’ya
‘’Önce birimiz ona bir mektup
yazsın, bakalım ilanı o mu vermiş’’ teklifi kabul görmüş.
Ama biz ‘’FEN’’ sınıfıyız, hem de MODERN FEN. Yani diğer
klasik sınıflar Lise 2. Sınıfta Fen- Edebiyat diye ayrılırken biz daha Lise 1. Sınıfa
kayıt olurken Fen bölümü olarak kayıt
ediliyoruz. Bir nevi Fen Liselerinin
temeli veya deneme aşaması gibi bir şey. Lise 1 den itibaren yoğun bir
Fen – Matematik dersi alıyoruz, ayrıca edebiyat derslerini de Edebiyat bölümleri
gibi okuyoruz. Ancak fen kafalarımız iyi çalışsa da çoğumuz , önemsiz
saydığımızdan olsa gerek- öğrenci aklı işte- edebiyat dersine önem vermiyor.
Sınıfta bu konuda iyi olan 2-3 kişi var, ben de onlardan biriyim. İlkokul 1. Sınıfta
okumayı öğrendiğimden beri tam bir kitap kurduyum. Herkes öğle aralarında bir
saat top oynar veya çene çalarken ben kütüphanede kitap okuyanlar grubundanım. Yolda,
üzerinde yazı gördüğüm bir kağıt parçasını bile ayağımla düzeltir, okurum.
Gazeteleri ise sadece haberlerini değil,
ölüm ve iş ilanlarına kadar hatim ederim. Yani böyle bir okuma tutkum var.
Bizim kız grubu bunu bildikleri için teneffüste
dikildiler başıma.
‘’Bu işi en iyi sen yaparsın. Hadi şu ilana bir mektup yaz.
Bakalım, Oya’nın Mehmet’i mi?’’, dediler.
‘’Gidin başımdan, mektupla
uğraşacak halim de yok, doğru düzgün mektup kağıdım da. Zarfım bile yok. ‘’
diye diretsem de,
‘’Hepsi bizden , ama öyle güzel bir mektup yaz
ki sana kesin cevap gelsin.’’
İşin püf noktası oydu. Biz İstanbul’daydık.
Eğer ilgi çekici bir şeyler yazmazsanız, karşı tarafın cevap yazmama
olasılığı var. Adı her ne kadar ‘’mektup arkadaşlığı’’ olsa da farklı şehirden biri mektup arkadaşı olarak pek rağbet
görmüyor. Erkekler genelde aynı şehirden kişileri tercih ediyorlar ki bir süre sonra buluşup tanışabilsinler diye.
Neyse bana birkaç mektup kağıdı bulup – ki bunlar çok
özel ve güzel, hatta kokulu olurdu.- getirdiler. Benim yazımda inci gibi,
harflerin hepsi aynı boyda, biraz eğimli
, rahat okunabilir ve albenili. Öğle
arasında kütüphanemden feragat ederek ısmarlama mektubu yazdım. Tabi fiziksel
özelliklerimi biraz da abartarak.
Ne
hikmetse bizim Türk erkekleri uzun boylu, sarışın, mavi veya yeşil gözlü kızlardan pek hoşlanıyorlar.
Onun için kendimi anlatırken 1.70
boyunda (yakın sayılırım) , ince yapılı, yeşil gözlü ve kumral olarak yazdım.
Aslında ela gözlü, koyu kahverengi saçlıydım. Ne yapalım, talep ve arz
meselesi. Mektubun cevabını garantilemek gerek , yoksa Oya sevgilisinden ayrılacak.
Lise son sınıfta okuduğumu da belirtip mutlaka cevabını da beklediğimi ilave
ettim ve ‘’Sevgilerimle’’ diye afili bir imzayla bitirdim. Bizim kızlar mektuba
bayıldılar. Neredeyse kendileri cevap yazacaklar.
Sınıfta 18 yaşını doldurmuş olan bir
arkadaşımız, parası sınıftaki kızlarca ortaklaşa ödenen bir posta kutusu
kiralamıştı postaneden. Tüm sınıftaki kızlar, eve gelmesini istemedikleri
mektupları için orayı kullanırlardı. Haftada
birkaç gün posta kutusu kontrol edilirdi. Çoğunun birkaç mektup arkadaşı olurdu. Postane benim yolumun üzerinde olduğu için bu
görev de sık sık bana düşerdi. Yani sınıfın postacılık görevi de bir nevi
bendeydi. Bana hiç bir şey gelmese de Posta Kutusunu açtığımda mektup bulmak
benim de hoşuma giderdi.
Ertesi hafta, posta kutusunda ‘’benim olmayan ‘’mektubun
geldiğini gördüm ve onu okumadan okula
götürdüm. Sınıfa girer girmez, ‘’Oya mektup ‘’ diye seslendim. Hemen yanıma
geldi, elimden alıp açtı ve hızla okudu.
‘’Oh be , çok şükür
benimki değilmiş.’’ Biz meraklılar etrafında koro olarak
‘’Kimmiş?’’, mektup elden ele dolaşıp 3-4
kişilik gruplarca okunmaya devam ederken Oya açıklamayı yaptı.
‘’ Adı Mehmet Can’mış ve üniversitede değil, Kara
Harp Okuluna okuyormuş.’’ Oya iyice rahatlamıştı.
‘’Mektubu ne yapayım? ‘’diye sordum.
‘’Ne istersen onu yap,
istersen cevaplayıp yazmaya devam et.’’ dedi, umursamazlıkla ve ben de cevapladım. Böylece ilk mektup
arkadaşım olmuş oldu ve 3 yıl sonra da onunla evlendim. Yıllar boyunca da ''Çocuklar anneniz beni sarışın , yeşil gözlüyüm, diye kandırdı '' sözlerini dinledim:)
Hikayeye bayıldım. Yani sonu harika bitmiş:)
YanıtlaSilAnılar, anılar, bazen de böyle su yüzüne çıkarlar.
SilHahahahahahaaaa! Süpersin Anne kuş ^.^
YanıtlaSil''Çocuklar, anneniz beni sarışın, yeşil gözlüyüm diye kandırdı'' sözlerinin neden söylendiğini anlamışsındır artık.
SilSonunda gerçek bir şaşkınlık yaşadım, çok güzeldii :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Nerdeyse bir aydır bloguma yazı koyamıyordum. Bir hikaye ile giriş yapayım dedim.
SilGüzel bir masalmış. :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim
SilHarikasin nursel ablammmm :) bekliyoruz böyle hikayeler 💕😘
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Elimden geldiğince hikaye yazmaya devam edeceğim.
Sil