6 Temmuz 2017 Perşembe

BİR MASALIM VAR



     Yazar olmanın ilk şartı her gün düzenli olarak bir şeyler yazmakmış. Alın elinize kalemi kağıdı yazın. Ne mi yazacağız? Aklınıza ne gelirse. Benim gibi uzun, geniş ve derin bir geçmişiniz varsa, daldırın elinizi o geçmişe elinize ne gelirse onun hakkında yazın.
      Blogger arkadaşlardan biri ‘’Mektup arkadaşlığı partisi ‘’ düzenlemişti. Eşleştirme sonucu benim de Eşkişehir’den bir mektup arkadaşım oldu. Her ne kadar henüz ona yazma fırsatı bulamasam da ilk mektup arkadaşlığımı geçmişimden bulup çıkardım. Bugün sizlere o masalı anlatmak istiyorum .

      Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, efendime söyleyeyim, yıllar yıllar önce , bizler daha lise sıralarındaykene, tam olarak  lise son sınıftayken ve bir kız lisesine giderken- Şimdi kız liseleri var mı bilmiyorum.- bütün öğrenciler kızlardan oluşuyordu, 50 öğretmenin 46 sı bayan, nazarlık niyetine, müdür de dahil sadece 4 tanesi erkek ve onların da yaş ortalaması 50+  idi.. Hal böyle olunca kız öğrencilere, okulun çıkış kapısı civarında dolaşan delikanlıların - her ne kadar öğretmenler onlar için ‘’Hırlı mı hırsız mı belli değil’’ veya’’ ‘’Ayakkabılarını çıkartsalar, çoraplarının kokusundan bir kilometre öteye kaçarsınız’’   deseler de, her biri bizim için ‘’Beyaz atlı Prens’’ idi , nerdeyse peşlerinden gideceğiz. Öyle bir dönem işte…

      O dönemin gençlik dergisi ‘’HEY’’ de, mektup arkadaşı arayanların ilanları çıkıyordu. Sınıftaki kızlardan Oya’nın sevgilisi Mehmet, Ankara’da üniversitede okuyor. Kızlardan biri, işte bu ‘’HEY’’ dergisinde bir ilan görür: ‘’Ankara ‘da üniversite öğrencisiyim. Adım Mehmet, kızlarla mektuplaşmak istiyorum’’  ve bu ilan tez elden Oya’ya yetiştirilir. Oya, derhal, oğlana mektup yazıp ilişkiyi bitirmeye kalkışsa da neyse ki bir akıllı çıkıp ;
‘’Dur hele, Mehmet adı çok yaygın, belki de senin ki değildir.’’ der. 

     Gerçekten yıllar sonra Malatya’da bir sınıfa ders verirken 40 kişilik sınıfta 10 tane Mehmet  vardı. Üstelik, üçünün soyadı da aynıydı. Üç erkek kardeş babalarına yaranmak için olsa gerek , aynı yıl içinde doğan oğullarına aynı ismi vermişler ve üçü de aynı sınıfa gelmişler.  Siz düşünün halimi…

     Mantıklı arkadaşı tarafından sakinleştirilen Oya’ya
‘’Önce birimiz ona bir mektup yazsın, bakalım ilanı o mu vermiş’’ teklifi kabul görmüş.
Ama biz ‘’FEN’’  sınıfıyız, hem de MODERN FEN. Yani diğer klasik sınıflar Lise 2. Sınıfta Fen- Edebiyat diye ayrılırken biz daha Lise 1. Sınıfa kayıt olurken Fen bölümü olarak  kayıt ediliyoruz. Bir nevi Fen Liselerinin  temeli veya deneme aşaması gibi bir şey. Lise 1 den itibaren yoğun bir Fen – Matematik dersi alıyoruz, ayrıca edebiyat derslerini de Edebiyat bölümleri gibi okuyoruz. Ancak fen kafalarımız iyi çalışsa da çoğumuz , önemsiz saydığımızdan olsa gerek- öğrenci aklı işte- edebiyat dersine önem vermiyor.
      Sınıfta bu konuda iyi olan 2-3 kişi var, ben de onlardan biriyim. İlkokul 1. Sınıfta okumayı öğrendiğimden beri tam bir kitap kurduyum. Herkes öğle aralarında bir saat top oynar veya çene çalarken ben kütüphanede kitap okuyanlar grubundanım. Yolda, üzerinde yazı gördüğüm bir kağıt parçasını bile ayağımla düzeltir, okurum. Gazeteleri ise sadece haberlerini  değil, ölüm ve iş ilanlarına kadar hatim ederim. Yani böyle bir okuma tutkum var.

      Bizim kız grubu bunu bildikleri için teneffüste dikildiler başıma.
‘’Bu işi en iyi sen yaparsın. Hadi şu ilana bir mektup yaz. Bakalım,  Oya’nın Mehmet’i mi?’’, dediler.
‘’Gidin başımdan, mektupla uğraşacak halim de yok, doğru düzgün mektup kağıdım da. Zarfım bile yok. ‘’ diye diretsem de,
 ‘’Hepsi bizden , ama öyle güzel bir mektup yaz ki sana kesin  cevap gelsin.’’

     İşin püf noktası oydu. Biz İstanbul’daydık. Eğer ilgi çekici bir şeyler yazmazsanız, karşı tarafın cevap yazmama olasılığı var. Adı her ne kadar ‘’mektup arkadaşlığı’’  olsa da farklı şehirden biri mektup arkadaşı olarak pek rağbet görmüyor. Erkekler genelde aynı şehirden kişileri  tercih  ediyorlar ki bir süre sonra buluşup tanışabilsinler diye.

     Neyse bana birkaç mektup kağıdı bulup – ki bunlar çok özel ve güzel, hatta kokulu olurdu.- getirdiler. Benim yazımda inci gibi, harflerin hepsi aynı boyda, biraz  eğimli ,  rahat okunabilir ve albenili. Öğle arasında kütüphanemden feragat ederek ısmarlama mektubu yazdım. Tabi fiziksel özelliklerimi biraz da abartarak. 

      Ne hikmetse bizim Türk erkekleri uzun boylu, sarışın, mavi  veya yeşil gözlü kızlardan pek hoşlanıyorlar. Onun için kendimi anlatırken  1.70 boyunda (yakın sayılırım) , ince yapılı, yeşil gözlü ve kumral olarak yazdım. Aslında ela gözlü, koyu kahverengi saçlıydım. Ne yapalım, talep ve arz meselesi. Mektubun cevabını garantilemek  gerek , yoksa Oya sevgilisinden ayrılacak. Lise son sınıfta okuduğumu da belirtip mutlaka cevabını da beklediğimi ilave ettim ve ‘’Sevgilerimle’’ diye afili bir imzayla bitirdim. Bizim kızlar mektuba bayıldılar. Neredeyse kendileri cevap yazacaklar.
      Sınıfta 18 yaşını doldurmuş olan bir arkadaşımız, parası sınıftaki kızlarca ortaklaşa ödenen bir posta kutusu kiralamıştı postaneden. Tüm sınıftaki kızlar, eve gelmesini istemedikleri mektupları  için orayı kullanırlardı. Haftada birkaç gün posta kutusu kontrol edilirdi.  Çoğunun birkaç mektup arkadaşı olurdu.  Postane benim yolumun üzerinde olduğu için bu görev de sık sık bana düşerdi. Yani sınıfın postacılık görevi de bir nevi bendeydi. Bana  hiç bir şey gelmese de Posta Kutusunu açtığımda mektup bulmak benim de hoşuma giderdi.
     Ertesi hafta, posta kutusunda ‘’benim olmayan ‘’mektubun geldiğini gördüm ve onu okumadan  okula götürdüm. Sınıfa girer girmez, ‘’Oya mektup ‘’ diye seslendim. Hemen yanıma geldi, elimden alıp açtı ve hızla okudu.
‘’Oh be , çok şükür benimki değilmiş.’’ Biz meraklılar etrafında koro olarak
 ‘’Kimmiş?’’, mektup elden ele dolaşıp 3-4 kişilik gruplarca okunmaya devam ederken Oya açıklamayı yaptı.
 ‘’ Adı Mehmet Can’mış ve üniversitede değil, Kara Harp Okuluna okuyormuş.’’ Oya iyice rahatlamıştı.
 ‘’Mektubu ne yapayım? ‘’diye sordum.
‘’Ne istersen onu yap, istersen cevaplayıp yazmaya devam et.’’ dedi, umursamazlıkla  ve ben de cevapladım. Böylece ilk mektup arkadaşım olmuş oldu ve 3 yıl sonra da onunla evlendim. Yıllar boyunca da ''Çocuklar anneniz beni sarışın , yeşil gözlüyüm, diye kandırdı '' sözlerini dinledim:)

10 yorum:

  1. Hikayeye bayıldım. Yani sonu harika bitmiş:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anılar, anılar, bazen de böyle su yüzüne çıkarlar.

      Sil
  2. Hahahahahahaaaa! Süpersin Anne kuş ^.^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ''Çocuklar, anneniz beni sarışın, yeşil gözlüyüm diye kandırdı'' sözlerinin neden söylendiğini anlamışsındır artık.

      Sil
  3. Sonunda gerçek bir şaşkınlık yaşadım, çok güzeldii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Nerdeyse bir aydır bloguma yazı koyamıyordum. Bir hikaye ile giriş yapayım dedim.

      Sil
  4. Harikasin nursel ablammmm :) bekliyoruz böyle hikayeler 💕😘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Elimden geldiğince hikaye yazmaya devam edeceğim.

      Sil